Başlangıç > Siyaset > Avrupa Birliği Müzakere Sürecinde Engeller ve Muhtemel Kazanımlar

Avrupa Birliği Müzakere Sürecinde Engeller ve Muhtemel Kazanımlar

Müzakere Süreci

 Avrupa Birliği devlet ve hükümet başkanlarının 17 Aralık 2004 Zirvesi’nde aldığı karar doğrultusunda Türkiye 3 Ekim 2005 tarihinde resmen AB’ye katılım müzakerelerine başlamıştır. Bu karar alınırken, Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerinin yeterli ölçüde karşıladığını belirten tavsiye kararı göz önünde bulundurulmuştur.

Bu zirvede 23 maddeden oluşan Türkiye Müzakere Çerceve Belgesi kabul edilmistir.  Böylece, Türkiye’nin AB üyelik süreci son aşamasına girmiştir. Ancak geçen 5 senelik bir sürenin ardından müzakerelerdeki son durum iç açıcı değildir. AB Konseyi ve (adada çözüme “hayır” dediği halde 2004’te birliğe üye olan) Kıbrıs Rum Kesimi, Türkiye gümrük birliğini Rumlara uygulamadığı için, Fransa ise üyeliğe götüreceği gerekçesiyle 35 fasıldan toplam 18’ini askıya aldı. 12 fasıl açıldı, bir fasıl açılıp kapandı; diğer 4 fasıldan 3’ü Türkiye hazır olmadığı için açılamıyor, geriye 1 fasıl kalmış durumda. Kıbrıs sorunu çözülemezse (ki çözülecek gibi görünmüyor) müzakereler tıkanma noktasına yaklaşıyor.

 

Sürecin bu duruma gelmesinde AB’nin müzakere sürecinde Türkiye’ye karşı uyguladığı çifte standartlar, müzakere sürecinde yer almaması gereken siyasi konuları masaya getirmesi ve buna karşılık olarak Türk halkı ve devletinin birliğin samimiyetine karşı bir güvensizliğin oluşması ve bu doğrultuda gelişen tepkiler sonucu reform yapma motivasyonunun kaybolması iki temel etken olarak göze çarpmaktadır.

 

Bu aşamada özellikle AB içerisinde başat güçler durumunda olan Fransa ve Almanya liderleri “imtiyazlı ortaklık” veya “imtiyazlı ilişki” modellerini öne sürerek tam üyelikle sonuçlanması öngörülen Ankara antlaşmasını yok saymakta ve roma hukukunda istikrarın temeli olan pact sunda servanda (ahde vefa) ilkesini ihlal etmektedirler.

.

Engeller

 

Türkiye- AB ilişkilerinde karşılaşılan engeller çok boyutlu olarak ele alınmaktadır. Nitekim,

Türkiye’nin olası üyeliği sonrası AB`nin sadece sınırları ve uluslararası konumu değil, iç dengeleri de değişecektir. Türkiye nüfusu, coğrafyası, tarihi, ekonomisi, stratejik önemi ve kurumsal ağırlığı ile farklılık gösteren bir ülkedir. Ancak bu engellerin aşılması yolunda AB tarafından samimi bir irade ortaya konmayıp her aday ülkeden gerçekleştirilmesi istenen Kopenhag ve Maastricht kriterleri dışında yapılan antlaşmalara aykırı bir şekilde ulusal çıkarlarımıza ters dayatmaların olması durumunda iplerin kopma noktasına gelmesi kaçınılmazdır.

 

 

Kıbrıs

 

AB yolunda Türkiye’nin karşısına çıkarılan ve müzakere sürecindeki en önemli engellerin başında Kıbrıs meselesi gelmektedir. Kıbrıs meselesi kendi içinde başlıca bir sorun olmasının yanısıra Türkiye’nin üyeliğine karşı olan ülkeler tarafından bir koz olarakta kullanılmaktadır. Ankara Anlaşması’nda öngörülen Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliğini Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de dahil 10 yeni AB üyesini kapsayacak şekilde genişletecek Ek Protokol, 29 Temmuz 2005 tarihinde Brüksel’de imzalanmıştır. Aynı zamanda yayınlanan bildiriyle protokolun Kıbrıs Cumhuriyetini tanıma anlamına gelmedigi guclu ifadelerle vurgulanmıstır. Aralık 2004’te Avrupa Birliği’nin Türkiye ile katılım müzakerelerini başlatma kararı tarafların (AB-Türkiye) üstünde uzlaştığı bir formülü de içeriyordu. Bu formüle göre Türkiye ile katılım müzakerelerinin resmen başlayacağı 3 Ekim 2005 tarihinden önce Kıbrıs sorunu taraflarının bir çözüm üretmesi öngörülüyordu. Annan planı ile önerilen formül ve tarihe rağmen Kıbrıs sorunu halen masada çözümsüz bir şekilde durmaktadır. Kıbrıs Rum Kesimi GB çerçevesinde Türk liman ve havaalanlarının kendisine açılmasını isterken buna karşılık olarak Türkiye de, 2004te Ada’da oylanan Annan Planı’nı reddeden tarafın Kıbrıs Rum Kesimi olduğunu hatırlatarak; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne uygulanan izolasyonların kaldırılmasını istemektedir. Mesele çözülmeden GKRK’nin birliğe girmesinin önlenememesi durumu iyice karmaşık hale getirerek çözüm yolunu tıkamıştır. Üye olduktan sonra Birlik içindeki veto gücüyle Türkiye’nin önüne engeller koyan GKRK’nin tavırlarına diğer üyelerin ses çıkarmaması kabul edilemez bir durumdur. Ancak yeni dönemde Lizbon Anlaşması çerçevesinde veto hakkının kaldırılması ve haziran başında avrupa parlamentosunun gündemine gelecek KKTC’ye uygulanan izolasyonların kaldırılmasına yönelik Dış ticaret  tüzüğü bu zamana kadar rahat olan GKRK üzerindeki baskıları arttıracaktır.

 

Din ve Kultur

 

AB kuruluş antlaşmalarında ve diğer mevzuatlarda din kavramı bir kriter olarak yer almamakta ve resmi slogan olarak Latince “In varietate concordia ” yani “çeşitlilikte birlik “anlamına gelen cümle kullanılmaktadır. Çokkültürlü ve farklı renklerden oluşan bu yapı içersindeki mevcut 27 AB ülkesinde yaşayan yaklaşık 15 milyonluk Müslüman nüfus bazı üyeler tarafından gurur kaynağı olarak gösterilmektedir. Ancak çokkültürlü birlik yapısına ait bu söylemler ile özellikle osmanlı zamanından kalan Türk algılamalarının ağır bastığı ülkelerinin varlığı ve çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin AB kulübünün niteliğini büyük ölçüde değiştireceği yönünde yaygın bir inanışın geniş kesimlerce paylaşılması pararellik göstermemektedir.

 

 

Bu doğrultuda tek sesli bir Avrupa Birliği’nden bahsetmemiz imkânsızdır.  AB’yi esas olarak oluşturan iki temel bakış açısından değerlendirebiliriz. Birincisi Hıristiyan Demokrat ağırlıklı bir Avrupa, diğeri de sosyal demokrat ya da yeşiller diyebileceğimiz, daha evrensel değerlere atıfta bulunan bir Avrupa. AB’yi kültür ve din eksenine ve kalıbına sokanlara göre Avrupa Birliği bir kültür ve din birliğidir. Hıristiyanlık vurgusunun yer aldığı bu çerçevede zaten Türkiye’ye yer olması düşünülemez. Bu kesim, Avrupa’nın Atilla, Timur ve Kanuni’den kalma endişelerini kaşıyan, kendi siyasi varlığını sürdürmek için ‘öteki’nin varlığını tehdit göstermeye çalışan, bunun en iyi yolu olarak da siyasi ve kültürel ortak noktaları değil, çelişkileri öne çıkarmakta bulan bir kesim. Bu çerçevede ele alınan Ortak tarihi ve kültürü paylaşan AB için ötekiler kendisine muhtaç ve değersiz medeniyetler ile kültürleri oluşturmaktadır. Müslüman – Türk ise, bu ötekileştirilmiş dünyanın en önemli unsuru ve Avrupa değerlerine düşman bir yapıyı oluşturmaktadır. Bu  önyargılı tutumlar Hiç şüphesiz küreselleşme sonucunda toplumlar arası artan iletişim  yoluyla zamanla ortadan kalkacaktır. Diğer bakış açısına sahip olan kesim ise AB’nin evrensel değerlerine atıf yapmakta ve demokrasi, insan hakları, hoşgörü gibi değerleri ön planda tutarak Kopenhag kriterlerinin yerine getirilmesini tam üyelik için temel hedef olarak savunmaktadır. Din mefhumu bu kesim için de yine önemlidir, ama birliğin kriterleri arasında yer almamaktadır. Zira AB bir Hıristiyan birliği değil, ekonomik ve siyasi bir örgütlenmedir.

 

Cografya

 

 

  Türkiye’nin coğrafi konum olarak Avrupa’da bulunmadığı görüşü de zaman zaman ortaya atılarak avrupaya ait olup olmadığı tartışma konusu yapılmaktadır. Ancak AET’yi kuran ve 1 Ocak 1958 tarihinde yürürlüğe giren Roma Antlaşmasının 237. Maddesinde yer alan “ her bir Avrupa devletinin topluluğa üyelik için başvurabileceği” maddesinden yola çıkarak başvurusunu gerçekleştiren ve 1963 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması ile Avrupa birliğine dâhil olması yolunda bir adım atan Türkiye’nin başvurusunun kabul edilmesi bu tartışmalara son noktayı koymuştur.

Adaylık için 1987’de Türkiye ile birlikte başvuran Fas’ın birliğe katılma talebinin coğrafi nedenlerle red edilmesi bu konuda diğer bir örnektir. Ayrıca AB sınırları fiziki olmaktan ziyade birliği oluşturan değerler sisteminin paylaşılmasıyla ilgilidir.

Ayrıca bazı üye ülkelerini coğrafi olarak tedirgin eden asıl unsur AB’nin genişleme sürecinde Türkiye’nin de dahil edilmesiyle, AB’nin sınırlarının genişleyerek, Suriye, Irak, İran, Ermenistan ve Gürcistan ile komşu haline gelecek olmasıdır. Ancak AB kendine koyduğu vizyon hedefi çerçevesnde bu durumu avantaj olarakta değerlendirebilir.

 

 

Nüfus

 

Bir diğer engel olarak olarak görülen nüfus diğer engellerin temelinde yer alan bir unsurdur.  Toplumsal tabanda AB ülkelerine çok büyük göç yaşanacağı ve kendi işlerinin ellerinden alınacağı korkuları var iken siyasi olarak değerlendirildiğinde ise sahip olduğu nüfus gücü itibariyle AB’nin kurumsal yapısında söz sahibi olacak olan bir Türkiye şu an bu gücü elinde bulunan ülkeleri rahatsız etmektedir.

Türkiye’nin fazlasıyla fakir, fazlasıyla kalabalık, fazlasıyla askeri ve Müslüman bir toplum yapısına sahip olduğu ve zayıf ekonomik yapısı itibariyle birliğe üyeliğinin aşırı bir maliyeti olacağı yıllardır öne sürülen bir argüman iken, bugün dünyada 17. Avrupa Birliği’nde ise 6. büyük ekonomiye sahip bir ülke haline gelmesiyle AB ekonomisine getireceği katkılar konuşulmaya başlanmıştır. AB Komisyonu’nun Ekonomi ve Para İşlerinden sorumlu üyesi Joaquin Almunia, Türkiye ekonomisinin hızlı bir şekilde AB`ye uyum gösterdiğini, önceye göre daha güçlü bir makro ekonomik istikrar sağladığını söylemektedir.
Bunun yanında Afrika, Uzak Asya kaynaklı ve eğitimsiz, vasıfsız, yani nitelikli işgücüne dönüşemeyecek göçmen sorunuyla uğraşan Avrupanın. Türkiye’nin sunacağı Batı yönelimli eğitim sisteminden geçmiş, nitelikli işgücünün Avrupa’ya olası katkıları tartışmasızdır.

 

Siyasi Kriterlere Uyum ve Uygulama

 

 

Avrupa Birliğinin 1993 Kopenhag Zirvesinde kararlaştırılan ve aday ülkelerin Birliğe üye olabilmek için yerine getirmeleri gereken siyasi kriterler; demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, azınlıklara saygıyı ve azınlıkların korunmasını teminat altına alan kurumların istikrarlı işleyişi olarak anlaşılmaktadır.

Bu bağlamda müzakere sürecinde İfade özgürlüğü, işkence ile mücadele, siyasi partilerin kapatılmasının zorlaştırılması Türkiye’nin siyasi kriterlere uyum yönünde gerçekleştirdiği başlıca düzenlemelerdir.

 

İlerleme raporları

 

Bu kriterlerin yerine getirilip getirilmediğinin denetlenmesi amacıyla Avrupa komisyonu tarafından her yıl yayınlanan ilerleme raporları Aday ülkenin durumunu karşılaştırmalı inceleme imkanı verir. Bu rapora bakarak, bir yıl boyunca neler olduğunu veya olmadığını söyleyebilirsiniz. Bir çeşit yıllık karne denebilir.

 

Rapor ne kadar hacimliyse, o kadar sorun alanı olduğu da ortaya çıkıyor. Türkiye için hazırlanan ilerleme raporları düzenli bir biçimde kısalıyor, içerik olarak da hafifliyor. İşkenceci, demokrasinin vesayet altında olduğu, askerler tarafından yönetilen, içte kendisiyle çatışan, dışta da bütün komşuları ile sorun içinde olan, hukuksuzluğun egemen olduğu bir ülke görüntüsü hızla değişiyor. Ancak gerek siyasi gerek teknik konularda ülke içinde tabu olarak görülen konulara değinmesi ve bu konularda AB kriterlerine uyum açısından yol gösterici tavsiyelerde bulunulması açıklanan İlerleme raporlarına farklı algılamalar sonucunda farklı tepkilere yol açmaktadır. Bu raporlar Türkiye’nin daha demokratikleşerek daha şeffaf bir yapıya kavuşması için bir reçete olarak değerlendirildiği gibi, 21.yüzyıl türkiye enstitüsünde yayınlanan bir makalede üzerinde durulduğu gibi AB tarafından talep edilen bu konuların uzun vadede ülkeyi sürükleyeceği durumun bir hayli tehlikeli olduğunu düşünen bir kesim de vardır. Bu makaleye göre;

 

“AB, Kıbrıs ve Ege adaları konusunu Yunanistan lehine çözmüş, azınlık hakları altında  bölünmenin yolunu açmış, üniter devlet yapısından vazgeçmiş, federal yapılı bir Türkiye istemektedir. AB’ye uygun Türkiye modeli, federal yapılı devlet biçimidir ve bunun gerçekleştirilmesi için de her türlü politik malzeme birlik tarafından kullanılmaktadır.”

 

      

 Muhtemel kazanımlar

 

TR-AB

 

Üyeliğin gerçekleşmesi sonucunda iki taraf için elde edilecek muhtemel kazanımlara baktığımızda, AB üyeliği ile Türkiye’nin hedefi, siyaset, savunma ve güvenlik ile ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda değişen AB’nin gelişen işbirliği ve bütünleşme ağına katılmaktır.

Bu bağlamda, müzakere sürecinde istenen kriterleri ve çözümleri yerine getirmekle sosyal ve ekonomik alanlardaki eksikliklerini gidermiş olacak AB üyesi Türkiye, diğer alanlarda olduğu gibi güvenlik alanında da daha istikrarlı bir konuma yükselecek, Soğuk Savaş sonrası ortamın getirdiği belirsizliklerden önemli oranda kurtulacaktır.

AB üyesi olacak Türkiye, AB çerçevesinde savunma ve güvenlik alanında karşılaştığı güçlüklerin de üstesinden gelmiş olacak, ekonomisine çeki düzen vererek halkının refah seviyesini yükseltecektir.

 

AB-TR

 

AB açısından değerlendirecek olursak Avrupa’da güvenlik, istikrar ve refahın sağlanması, demokratik coğrafyanın genişlemesine bağlıdır. Bu bağlamda Türkiye’nin üyeliği, AB’ye dünya politikasında daha güçlü ve etkin bir rol oynama imkanı verecektir. Türkiye’nin NATO’ya üyeliği, ABD ile stratejik ortaklığı, Balkan, Ortadoğu ve Kafkas ülkeleriyle işbirliği ve İslam dünyası ile bağları, AB’nin küresel güç olma hedefine yaklaşmasına katkı sağlayacak unsurlardır. Tüm bu ilişkileri ve kapasitesi ile Türkiye, AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının derinleşmesine ve güç kazanmasına hizmet edecektir. Türkiye’nin üyeliği aynı zamanda, Batı ve İslam dünyası arasındaki mevcut gerilimin azaltılmasına katkıda bulunacaktır. Bu kapsamda, Türkiye’nin demokratik ve laik bir ülke olarak geçmişten bu yana edindiği deneyim önemli bir unsurdur.

 

Tüm bu engeller ve muhtemel kazanımlar kapsamında AB üyelik süreci onyıllardır devlet politikası olarak Türk dış politikasının en önemli gündemini oluşturmuştur.

 

Makalenin amacı böyle bir ortamda bütün Türkiye’nin AB üyeliğini istediği çok kuşkulu olduğu gibi, “AB olmayacaksa ne yapalım?” sorusuna yanıt arayanların çoğaldığı bir dönemde geleceğin Türk dış politikasına yön verecek uluslararası ilişkiler öğrencileri arasında bir tartışma ortamı yaratarak bu konuda bir farkındalık sağlamaktı.

 

Sonuç olarak Prof.Dr.Rıdvan Karluk’un belirttiği gibi AB üyeliği türkiyenin hukuken hakkıdır, AB’nin de ahdi sorumluluğudur. Buna rağmen üyelik gerçekleşmezse İsmet İnönü’nün ifadesiyle “yeni bir dünya kurulur, Türkiye de o dünyada yerini alır”

Kategoriler:Siyaset
  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın