Başlangıç > Günlük, Gezi > Hindistan’da Altın Üçgen (Yeni Delhi-Agra-Jaipur) ve Amritsar gezisi

Hindistan’da Altın Üçgen (Yeni Delhi-Agra-Jaipur) ve Amritsar gezisi

Bu yazımda, 2019 yılı Aralık ayı sonunda İslamabad-Lahor-Amritsar (Hindistan) güzergahında Hindistan’ın Altın Üçgen (Golden Triangle) olarak bilinen Delhi-Agra-Jaipur şehirlerine gerçekleştirdiğim bir haftalık gezime ait notları sizlerle paylaşacağım.

Altın Üçgen’de bir hafta

Pakistan’da bulunduğum süre içinde Pakistan’ın içinde görmeyi hedeflediğim bölgeleri ziyaret ettikten sonra, sıra yıllardır hayallerimi süsleyen ve “bucket list”imin ilk sıralarında yer alan Hindistan’a gelmişti nihayet.

Pakistan’ın özellikle Hindistan ile sınırı bulunan Pencab eyaletine yaptığım geziler, esasında Hindistan’a hazırlık mahiyetinde önemli bir tecrübe olmuştu. Toplumsal hayatın yanısıra, özellikle Babürler dönemine ait kültürel mirasa ev sahipliği yapan Pakistan’ın Lahor kentiyle, Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’nin özellikle tarihi bölgesi arasındaki mimari benzerliğin bir hayli fazla olduğunu gezimin hemen başında gözlemledim.

Blog yazılarımda, sırf bir gezi yazısı formatından ziyade, gezdiğim yerlerin tarihi, idari, siyasi yapısı hakkında da genel ve kısa da olsa bilgiler vermeye özen gösteriyorum. Bu çerçevede, Alt Kıta hakkında kısa bir girizgahın ardından yazımın ikinci bölümünde gezi notlarımı aktaracağım.

  1. Alt Kıta’ya bakış

Bilindiği üzere, (Hint) Alt Kıtası tabiri, çoğunlukla Hint levhası üzerinde yer alan, Himalayalar ile Hint Okyanusu arasında kalmış coğrafi bölgeyi tanımlamak için kullanılır ve genel kabullere göre Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Nepal, Butan, Sri Lanka ve Maldivler’i de kapsayan bölge kastedilir.

Alt Kıta’nın yaklaşık 300 yıl süren Britanya sömürgeciliğinden kurtulmasıyla eş zamanlı olarak Hindistan Racası’nın Hindistan ve Batı ile Doğu Pakistan (Bangladeş) şeklinde bölünmesi (Partition of India) ve bölgedeki Müslüman nüfusun büyük kısmının Kurucu Lider Muhammed Cinnah önderliğinde Pakistan’ı kurma süreci 1947 yılında tamamlanmıştır. 19. Yüzyılın sonundan itibaren hızlanan bu süreç, sinemadan akademiye ve edebiyatın her türüne kadar çok geniş bir literatürde konunun uzmanlarınca ele alınmıştır. Modern tarihin bu önemli başlığının yanısıra, etnik, kültürel, dini-felsefi anlayışlar, siyasi tarih alanlarında son derece münbit bir coğrafya olan Alt Kıta’ya ilişkin konularda derinlemesine vakıf olmanın bölgeyle uzun yıllar hemhal olmayı gerektireceği yadsınamaz bir gerçek. Ben bu yazımda bölgenin tarihi hakkında kısa bilgiler vererek genel bir çerçeve çizmeye çalışacağım.

Farklı yönetimler altında, bilhassa hem Pakistan’ın hem de Hindistan’ın Pencab eyaletlerinin bulunduğu tarihi “Kuzey Hindistan” coğrafyasında yüzyıllarca birarada yaşayan aynı etnik kökenli ancak farklı dini inançlara sahip bu iki ülke insanları tabiatıyla hayatın her alanında birçok ortak paydaya sahip. Pencabi dili sınırın her iki tarafında da konuşulan ortak bir dil, ilaveten Urduca da her iki ülkede geniş bir kesim tarafından kullanılmakta. Ancak, bir önceki yazımda da vurguladığım 200 milyonu aşkın nüfusa sahip Pakistan’da görülen etnik, kültürel ve dilsel çeşitlilik, 1.3 milyar nüfüsa sahip Hindistan’da bu nüfusla aynı oranda geniş bir çeşitliliğe tekabül etmektedir. Nitekim, resmi yazışmalarda İngilizce ve Hintçe kullanılmakla birlikte, Hindistan anayasasında 22 farklı resmi dil tanımlanmıştır. Hintçe’nin ardından anadil olarak Bengalce’yi 97 milyon, Maratça’yı 83 milyon, Teluguca’yı 81 milyon, Tamilce’yi 69 milyon, Gujaratça’yı 55 milyon ve Urduca’yı 50 milyon kişinin kullandığı kaynaklarda belirtilmektedir. Ülkede Urduca ve Pencabi’nin yanısıra, Maratça, Malayalamca, Tamilce, Bengalce, Teluguca, Kannadaca, Keşmirce, Gujaratça, Pencapça ve Assamca, kullanılan başlıca diller arasında yer alıyor.

Dolayısıyla Hindistan’ı tek bir çatı altında toplanmış geniş bir birleşik devletler federasyonu olarak düşünebilirsiniz. Bu devasa ülkede bölgeden bölgeye, coğrafya, fiziksel görüntü, kültür, din, dil, ırk, mutfak her şey farklılık arzetmekte ve kelimenin tam anlamıyla bir kültürel mozaik teşkil etmektedir. Bu nedenle, Hindistan’ın siyasi tarihini incelemek de bir hayli zevkli, ancak işin içine Rajput hanedanlıkları, prenslikler, kast sistemleri girdiğinde ise bir o kadar da karmaşık ve zorlu olarak nitelendirilebilir.

Genel hatlarıyla bakıldığında, Özbekistan’dan yola çıkarak 1526’da Delhi’yi fetheden Türk İmparator Babür Şah’ın kurduğu Babürlü Devleti’nin (1526-1858) bölgedeki tarihi; 31 Aralık 1600’de, Portekiz ve İspanya’nın tekelinde bulunan Uzakdoğu ve Hindistan baharat ticaretinden pay almak üzere İngiliz tüccarları tarafından krallık beratıyla kurulan, zamanla dünyanın en büyük ticaret organizasyonlarından biri olan ve devlet adına hareket etme ve temsil imtiyazı alarak İngiliz sömürgeciliğinin Asya’daki temsilcisi haline gelen Doğu Hindistan Şirketi’nin (East Indian Company) Alt Kıta’ya girmesi ve zamanla askeri ve siyasi güce dönüşmesi; ülkedeki iç işlerinde serbest, dış işlerinde Babürlere veya İngiliz yönetimine bağlı 500 kadar irili ufaklı nizamlık, nevvâblık, racalık, prenslik gibi yapıların birbirleriyle, Babürlülerle veya Britanya İmparatorluğu ile mücadelesi; 1857 yılında yaşanan Şirket’e karşı başkaldırının (Mutiny) ardından 1858 yılında Britanya Kraliyeti’nin yönetimi resmi olarak devralması ve sonrasında yaşanan gelişmeler; Müslümanların ayrı bir ülke kurma tartışmaları; Osmanlı Devleti’nin son yıllarında Libya, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları’na Alt Kıta’dan maddi ve manevi yardımları destekleyip organize eden Hilafet Hareketi; Mahatma Gandi önderliğinde Britanya sömürgeciliğine karşı başlatılan “sivil itaatsizlik eylemi (pasif direniş)”; Birleşik Krallık kontrolü altında geçirilen yaklaşık 250 yıllık süreçte bölgenin kaderini değiştiren uygulamalar ve nihayetinde 1947 yılında yaşanan bölünme ve başta Keşmir sorunu olmak üzere bugüne kadar yansıyan bölünme bağlantılı meseleler gibi konular Alt Kıta siyasi tarih literatüründe çok geniş ve zengin kavramsal fikirlerin ve pratiklerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu tarihi dönem ve gelişmelerin her biri başlı başına incelenmesi-araştırılması gereken ayrı uzmanlık alanları olarak görülebilir.

Ülkemizde, Alt Kıta’nın mezkur engin siyasi tarihi ve sosyo-kültürel yapısına dair son yıllarda artan ilgi sevindirici olmakla birlikte, henüz hakettiği seviyeye geldiğini söylemek pek mümkün değil açıkçası. Alt Kıta’yı mistik bir turizm destinasyonu görmekten ziyade, etnik ve kültürel bağlarımızın daha da geriye götürülebileceği, Müslüman Türkler’in Hindistan’a düzenlediği seferlerden ve bölgeyi yurt edinen Akhunlar, Gazneliler, Gurlular ve daha sonra da Babürlü Devleti’nin kurucusu Babür Şah’ın soyunun dayandığı, Orta Asya’da varolmuş efsanevi Emir Timur liderliğindeki Timurlar İmparatorluğundan başlamak suretiyle, Alt Kıta’nın akademimizde, medyamızda tüm bu zenginlikleriyle ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Bilhassa, tarihteki 16 büyük Türk İmparatorluğu’ndan biri olarak Cumhurbaşkanlığımız forsundaki 16 yıldızdan birinde simgelenen Babür İmparatorluğu (1526-1858) tarihi hakkında sahip olduğumuz müktesebat maalesef üzüntü vericidir. Yeri gelmişken bu konuda son aylarda Türkçe’ye tercüme edilen “Babürler- Hindistan’da Bir Türk İmparatorluğu (Michael H. Fisher)” ve “Ekber Şah (Andre Wink)” eserlerini kütüphanenize eklemenizi öneririm.

Öte yandan, siyasi tarihine ilaveten, Alt Kıta’da incelenebilecek bir diğer önemli konu olan İslâmi Fikir Akımları hakkında çok yüzeysel olarak bir bilgi vermek bakımından değinmekte fayda görüyorum. O dönem için, halihazırda yukarıda bahsettiğim, etnik, kültürel ve sosyo-ekonomik, dini renklilik ve bu renklerin etkileşimi bağlamında her dinden çeşitli dini akımlara sahip Alt Kıta’da, yaşanan sömürgecilik tecrübesi sözkonusu dini akımları farklı bir seviyeye taşımıştır. Britanya sömürgesinin siyasi ve idari uygulamalarının Alt Kıta’nın tamamında yol açtığı siyasi tahribatın yanısıra, bu dönemin özellikle Müslüman nüfus açısından İslami düşünce hayatında da hissedilen meydan okumaya karşılık olarak reform ve restorasyon çalışmalarını teşvik ettiği görülmektedir. Bu dönemde Hint Müslümanlarının, cemaat ve cemiyet şeklinde teşkilatlanmaya ve gelecek yüzyıllarda dini hayata damga vuracak eğitim müesseseleri kurmaya önem verdiği görülmektedir. Bu girişimler sonucunda Hint Alt Kıtası tarihindeki en büyük fikrî hareketlilik gözlemlenmiştir. 1857 öncesi Hindistan’ında bir cemaat şuuru içerisinde faaliyet gösteren topluluklara bakıldığında bunların çoğunlukla Çiştiyye, Nakşibendiyye, Kâdiriyye, Sühreverdiyye, Müceddidiyye gibi tasavvûfî ekollerle bunların yan kolları olduğu görülür. Ancak, özellikle 19. Yüzyılın ikinci yarısıyla beraber Alt Kıta’da ortaya çıkan sosyo-politik durum, tarîkatlar dışında da teşkilat ve müesseseler kurulmasını zorunlu kılmıştır.

İşte bu zorunluluk çerçevesinde, Seyyid Ahmed Han tarafından, Batı felsefeleri ışığı altında İslâm’ı incelemek ve İngiliz eğitim modeline uygun İslâmî bir tedrisat başlatmak amacıyla 1875’te “Mohammadan Anglo-Oriental College” adıyla kurulan ve Hint Müslümanlarının önemli kültür merkezlerinden biri haline gelen Aligarh İslâm Üniversitesi özellikle bilinmesi gereken bir ekoldür. Burada, İslâm dini, İslâm tarihi, Hint Müslümanlarının kültürü ile ilgili birçok neşriyat yapılmıştır. Ayrıca, Hint Müslümanlarının en eski eğitim kurumlarından biri olan “Muslim Educational Conference”, ülkede müslümanları eğitim ve siyasî bakımdan aydınlatmak için yine Seyyid Ahmed Han tarafından 1886’da burada kurulmuştur. Ayrıca, Hint Müslümanlarının ayrı bir ulus devlet kurması politikasını izleyen ve 1930’lardan itibaren ülke çapında teşkilâtlanan Muslim League’in de 1906’da yine Aligarh’da ortaya çıktığını gözönünde bulundurduğumuzda bu Üniversite’nin bölgenin fikri ve zihinsel dönüşümündeki rolünü sanırım daha net anlayabiliriz.

19. yüzyılın sonundan itibaren açılan kurumların daha çok eğitime yönelik olmasının sebebi İngiliz idaresinin özellikle Müslüman halkın dinî eğitim ihtiyaçlarını karşılayamayacağı hususundaki kanaat olarak gösterilmektedir. Bu gereksinime cevaben ortaya çıkan akımlar, bulundukları coğrafya, Hinduizm, Sihizm veya diğer yerel dinler ile tarihi etkileşim gibi faktörlerin etkisiyle Müslümanlar bu dönemde Diyobendî, Ehl-i Hadis, Nedvî, Islâhî, Ehl-i Kur’an, Barelvi gibi İslam’ın yorumlanmasında farklı içtihatlara sahip cemaat ve gruplara bölündüler. Ancak, bu bölünmeler neticesinde zamanla birbiri ile mücadeleye girişildiği cihetle, bu süreç Müslümanlara güç kazandıracağına derin ayrılıklara neden oldu. Bugün hem Pakistan’da, hem de Hindistan’ın Müslüman nüfusunda dini anlama, yorumlama ve uygulamadaki bu ayrılıkların derin yansımaları toplumsal hayatta hissedilir olmaya devam etmektedir. Diğer yandan, Sünniliğin bu farklı fraksiyonlarının yanısıra, Pakistan’da yaklaşık 30 milyon, Hindistan’da ise yaklaşık 20 milyon Şii’nin bulunduğunu belirtmekte fayda var.

Coğrafyanın münbit ve bereketli yapısı yazımın girizgahını da geniş tutmama neden oldu. Bu girizgahta değinmeye çalıştığım Alt Kıta’nın siyasi tarihi, dini akımlar ve sosyo-kültürel yapısı gibi engin araştırma alanlarında benim de uzmanlığım bulunmamakta. Ancak, yaklaşık 3 yıl Pakistan’da yaşamam vesilesiyle yaptığım geziler, okumalar, araştırmalar ve bölgenin zenginlikleriyle beni kendisine daha çok çekmesi, amatör seviyede araştırmalarımı sürdürmemde teşvik edici unsurlar oldu. Bu yazım da, hasbelkader bu siteye girerek bu yazıyı okuyan okuyucularla, Hindistan’a yaptığım turistik gezime dair bilgileri paylaşırken, aynı zamanda bu derin tarihin detaylarında çok kaybolmadan paylaşacağım ilave bilgilerle Alt Kıta’ya yönelik merak ve ilgisini naçizane artırma amacını taşımaktadır.

2.1. Lahor’da bulunan Wagah sınır kapısından Hindistan’a geçiş ve Amritsar

Hindistan’daki ilk durağım olan Amritsar’a erken saatlerde ulaşmak amacıyla, günün ilk ışıklarıyla yola çıkarak İslamabad’ın 15 km dışındaki ikiz şehri Ravalpindi’de bulunan otobüs garına gittim.  Daewoo Gold Class otobüsünden 1200 Rupi’ye (1 USD:150 Rupi) aldığım biletle Lahor Thokar otobüs garına 4 saatte ulaştım. Pakistan’da farklı ücretlerle sınıflandırılan otobüslerle bütçenize göre seyahat etmek mümkün. Böylece, kendi önceliklerinize göre farklı alternatifler üzerinden yolculuk edebilirsiniz. Ben uzun bir yola çıktığım için iki koltuk birden satın alarak rahat bir şekilde gitmeyi tercih ettim. Pakistan’da, son yıllarda Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) kapsamında yapılan yatırımların da etkisiyle özellikle büyükşehirler arasındaki otoyollar son derece güzel ve geniş, otobüsteki ikramların da çok iyi olduğunu not edeyim. Lahor’daki otobüs garından da Pakistan’da çok yaygın kullanılan Uber taksiyle 1000 Rupi karşılığında, Lahor’u daha önce ziyaret ettiğim için hiç vakit kaybetmeden, yaklaşık 45 dakikada Wagah sınırına vardım. Wagah sınır kapısı iki nükleer güç Pakistan ve Hindistan arasındaki sınır olmasının yanısıra, uluslararası ününü her gün saat 16.00’da yapılan ve sınırın her iki tarafında bulunan tribünlerde yerli-yabancı binlerce kişinin izlediği bayrak çekme töreninden almaktadır. Her iki ülkenin sınır muhafızlarının karşılıklı jest ve mimiklerine seyircilerin tezahüratlarla eşlik ettiği şov ve karşılıklı şeker ikramı, hemen her dönemde ilişkilerin gergin olduğu iki ülke arasında bir hayli enteresan bir uygulama. Wagah sınırındaki bu şova dair videoları Youtube’da da izleyebilirsiniz. Bahsettiğim seyirci kitlesinin sınırda yol açacağı kalabalıktan kaçınmak için ben öğlen olmadan sınıra vardım.

Wagah sınır kapısında önce Pakistan’dan çıkış, sonra da Hindistan’a giriş işlemlerini iki ülke arasında turist teatisi pek olmadığından ve yabancı turist yoğunluğu da bulunmadığından hızlıca hallettim. Sınır çıkışında bekleyen Amritsar taksisine binerek 1000 Hint Rupisi karşılığında merkeze ulaştım. Tabii Hint Rupisi (1 USD: 70 HR) Pakistan Rupisinden iki kat değerli olduğundan Hindistan’da USD cinsinden harcamalar da arttı.

Wagah Sınır Kapısı
Wagah Sınır Kapısı

Amritsar, 16. ve 17. Yüzyıllarda Hindistan’da yaşamış olan on gurunun öğretilerini temel alan ve dünyada 25 milyona yakın mensubu bulunan “Sihizm” inancının en önemli ve en büyük ibadethanesi “Altın Tapınak (Golden Temple)”a ev sahipliği yapan ve kutsal kabul edilen bir şehir. Şehrin merkezinden itibaren farklı bir ortama girdiğinizi hissediyorsunuz. Altın Tapınak’ın çevresine yaklaştığınızda açık alanda sigara içmeniz dahi yasak. Yollarda Sihizm inancında erkeklerin başını örtmesi için kullanması zorunlu Keski veya Dastaar isimli şallardan satılıyor. Hangi dinden olursanız olun tapınağın bulunduğu alana başınız örtülü ve yalınayak girmeniz zorunlu. Ben boynumdaki şalımı başıma bağladım, ayakkabılarımı çıkararak 5 Rupi karşılığında ayakkabı emanet bölümüne teslim ettim, diğer tüm ziyaretçilerin yaptığı gibi, su birikintilerinin bulunduğu küçük havuzda ayaklarımı ıslatarak alana girdim. Herkesin ayaklarını basarak girdiği su ile bazı inananların kendilerinin ve çocuklarının yüzünü yıkaması, havlularını ıslatarak yüzüne sürmesi ilginçti. Alana girdiğim gibi karşımda beliren Altın Tapınak’ın mimarisinden ve ulvi atmosferinden etkilenmemek mümkün değildi. Altın Tapınak bir kompleksin içindeki büyük bir yapay gölün ortasında inşa edilmiş bir yapı. Gölün etrafında dolaşarak, doğrudan Altın Tapınak giriş sırasına katıldım ve kalabalıkla beraber Tapınak’a giden uzun koridorda yavaş yavaş ilerleyerek tapınağa vardım. Tapınağın giriş katında çevrelenen orta alanda yerde oturan bir guru heyetinin dini ritüeller çerçevesinde yüksek sesle kutsal kitaplarını okuduğunu ve ilahiler söylediğini görüyorsunuz. Ziyaretçiler bu alanın içine para atarak yardımda bulunuyor.

Tapınak 3 kattan oluşuyor. Her katında birer saat vakit geçirerek Sih inananları ve ritüellerini gözlemlemeye çalıştım. Tapınağın atmosferi ve Sihlerin adanmışlıklarıyla huşu içerisinde yaptıkları ibadetler etkileyiciydi. Tapınakın içinde fotoğraf çekmek yasak olmakla birlikte, Tapınağın içinden ve en üst katından çekebildiğim fotoğrafları aşağıda paylaşıyorum. Ziyaret çıkışında da misafirlerin ellerine bir avuç un/irmik helvası ikram edilmekte.

Tapınağın bulunduğu gölün etrafındaki kompleksin yapısından da bahsetmek istiyorum. Kompleksin içinde herkesin ücretsiz yemek yiyebileceği büyük bir aşevi, yemeklerin pişirilmeye hazırlandığı büyük bir alan, yemeklerin yapıldığı mutfak ve bulaşıkların yıkandığı dev bir bulaşıkhaneden müteşekkil bir “yemek alanı” var. Bu alanda saydığım tüm bu hizmetler gönüllüler tarafından sağlanıyor ve kabul edilen bağışlar dışında hiçbir ücret talep edilmiyor. Ben de Tapınak’ı ziyaret ettikten sonra yemek yemek için bu alana gittim. Onlarca kişinin görev dağılımıyla gruplar halinde patates soyduğu, sebze ayıkladığı, ekmek pişirdiği, diğer yandan adeta senfonik bir müzik etkinliği gibi ahenkli seslerin yükseldiği tabldotların yıkandığı bulaşıkhanenin bulunduğu alanda ilerleyip tüm bu organizasyona şahit olmak unutamayacağım bir tecrübe oldu. Ardından girişte aldığım tabldotla aşevine girip birer metre aralıklarla karşılıklı olarak yanyana oturan insanların yanına oturdum. Görevliler ellerinde büyük kazanların içindeki yemekleri sırasıyla misafirlere dağıtıyor ve bitince isterseniz tekrar dolduruyorlar. Hindistan’ın ana yemeği olan ve Thali adı verilen; pilav, chapati ekmeği, dal (mercimek yemeği), körili sebze yemeğinden oluşan bir menü, yanında sulu sütlaça benzeyen tatlıyla ikram ediliyor.

Belirtmem gerekir ki, Hindistan’da hakkıyla gezebilmek için bazı önyargılarınızı, hassasiyetlerinizi kırmanız gerekiyor. Ben kalabalıklara karışamam, her yerde yemek yiyemem diyen biri buralara hiç gelmesin diyemem ancak, bunları rahatlıkla yapamam, hijyen koşulları kusursuz olmalı diyorsanız ülke realitesi bağlamında Hindistan’ın ruhunu yakalamanız mümkün olmaz. Esasen bu dediğim, yeni kültürler keşfetmek için özellikle Doğu’ya yapılan tüm geziler için geçerli. “Tatilci” ve “gezgin” anlayışının temel farkı da bu olsa gerek. Ben şahsen, asgari hijyen koşulları sağlandığı ve yerli yabancı yüzlerce kişinin gezdiği, yemek yediği, toplu taşıma kullandığı her yere tabii ki temkinli olmak koşuluyla, girip çıkmakta bir risk görmüyorum. Aksine bu şekilde gezilerimden çok daha fazla tatmin oluyorum. Velhasıl, Sih inancının kalbinde, büyük çoğunluğunu Sih hacıların oluşturduğu yüzlerce kişiyle beraber yemeğimi afiyetle yedim ve bulaşıkları bulaşıkhane bölümüne götürdüm.

Altın Tapınak’ın kompleksi içinde ziyaretçilerin konaklaması için yerler de mevcut. Ziyaretçiler geceleri bu alanlar dışında da hemen her boş buldukları yere battaniyelerini atıp yatıyorlar. Turistlerin konaklaması için düzenlenen odalarda ücretsiz konaklamak mümkün. Delhi’ye trenim sabaha karşı olduğu için ben de hem Altın Tapınak’ın gece atmosferini görmek hem de ziyaretçilerle birlikte aynı tecrübeyi yaşamak için dört beş saat bu odalardan birinde dinlenip istasyona gitmeye karar verdim. Pasaport bilgilerinizin kayıt edildiği bu odalarda genelde zor yer bulunduğunu okumuştum, ancak şansım yaver gitti ve içinde İtalyan bir turistin de konakladığı bir odada yer buldum.

Altın Tapınak kompleksini iyice gezdikten sonra dışarı çıkıp görülebilecek yerleri görmeye gittim. Amritsar’da Altın Tapınak dışında görülebilecek başka pek bir yer yok. Tuttuğum bir rikşayla yaklaşık bir saat herhangi bir planım olmadan tamamen gözlem amaçlı gezdim. Merkez bölgesinde dev ekranlarda Altın Tapınak içindeki etkinlik ve vaaz canlı olarak aktarılıyordu. Amritsar’da, şehir merkezi, kompleksin hemen dışındaki çarşı ve çarşının sonunda bulunan tarihi öneme sahip Jallianwala Bagh ziyaret edilebilir. Bu Bagh, 13 Nisan 1919 Baisakhi festivali sırasında Britanyalı askerlerce yerel halka karşı yapılan ve “Amritsar Katliamı” olarak tarihe geçen olayın yaşandığı alan olması nedeniyle, yaralanan ve öldürülenlerin anısına korunan, bir dizi anıt ve müzenin bulunduğu tarihi bir bahçe. Amritsar Katliamı, Britanya yönetimi ile sömürgesi arasında tarihi kırılma noktalarından birisi olarak kabul görmekte ve Sihler kimliklerinin inşası için çok önem verdiği bu katliamın unutulmaması için bu bölgeyi yaşatarak gelecek nesillerine aktarmayı önemsiyorlar.

Dışarda biraz daha gezip, bir restoranda yine leziz bir Thali menüsü yedikten sonra Altın Tapınak’taki misafirhaneye döndüm ve burada birkaç saat dinlendikten sonra sabaha karşı Altın Tapınak’tan ayrıldım. Altın Tapınak’tan çıkarken inanılmaz bir sis yoğunluğu içindeki alanda yanında yürümeme rağmen değil Altın Tapınak’ı gölü bile göremiyordum. Yerlerde uzanmış veya gece boyunca ibadet eden insanların üzerine basmamak için verdiğim mücadeleyi ve o sisli atmosfer altındaki manzarayı hiç unutamayacağım. Kompleksten çıktıktan Amritsar tren istasyonuna gitmek için rikşa beklerken istasyon dışında çaycılık yapan biriyle tanıştım ve beraber bindiğimiz Rikşa ile 10 dakikada istasyona ulaştık. En az 100 Rupiyi gözden çıkardığım yolculuğu yanımdaki Hintli sayesinde 10 Rupi’ye bağladım. Hindistan’daki turist tarifesine ufacık bir örnek. Daha sonra yanımdaki Hintli, beni çayhanesine götürerek arkadaşlarına Türk arkadaşım diye tanıttı, sabah soğuğunda sıcacık sütlü Dutpati çayımı içtikten sonra istasyonuma gittim.

2.2. Amritsar’dan trenle Yeni Delhi Yolculuğu ve Altın Üçgen (Delhi-Agra-Jaipur)

Hayatımın trenle ilk uzun yolculuğunu yapmak Hindistan’da kısmet oldu. Altın Üçgen için anlaştığım tur şirketi “Wonderful Holidays” beni Delhi istasyonunda karşıladı. Hindistan’ın karmaşık tren hatları ve bu hattaki farklı sınıf düzeni içinde bir yanlışlık yapmamak için Amritsar-Delhi biletimi tur şirketimin almasını rica etmiştim. Hindistan’da tren yolculuğu yapmak yabancılar için başlı başına bir sınama ancak çok güzel bir tecrübeydi. Yola çıkmadan önce Hindistan’da trenle seyahat etmeyi çok araştırıp düşünseniz, bunun bir delilik olduğuna hükmedip vazgeçebilirsiniz. Ancak, gezide bazı şeyleri akışına bırakmakta fayda var, inanın herşey bir şekilde yoluna giriyor. Nitekim, dönüş tarihim belli olmadığı için dönüş için tren biletimi bulmak çok zor oldu, ancak tur şirketim, muhtemelen fırsattan istifade, üzerine bir hayli ücret eklemesi de yaparak, benim Hindistan’da bulunduğum bir haftalık süre içinde Delhi’deki bir başka istasyon olan Hazrat Nizamuddin Delhi istasyonundan Amritsar’a bir bilet bulabildi. Diğer seçeneğim 15 saatlik otobüs yolculuğu olduğu için artık üç beşin hesabını yapmadan tren biletimi kestirdim. Delhi’deki demiryolu ağını ve çalışma sistemini bir haftalık kısa bir sürede çözmeniz mümkün olmadığından profesyonel destek almak en faydalısı. Altın Üçgen şehirleri arasındaki seyahatlerimi de tur şirketinin sağladığı araçla tahsis edilen şoförümle birlikte yaptım.

2.2.1 Yeni Delhi

Florence Inn isimli otelime yerleştikten sonra Delhi’deki ilk günümde kendim gezdim. Delhi’nin tarihi bölgesini tur rehberimle gezeceğim için ben doğruca “Connaught Place” olarak bilinen Delhi’nin modern yüzünü yansıtan merkezi bölgeye gittim. Aslında yazılı kullanımımda dikkat etmesem de, Yeni Delhi ve Delhi’nin aynı şey demek olmadığını vurgulamam lazım. Yeni Delhi ülkenin başkenti ve parlamentonun olduğu yer. Delhi ise Yeni Delhi ve tarihi daha eskiye dayanan başka bölümleri kapsayan geniş bölgenin genel adı. Yeni Delhi’nin kalkınması ve gelişmesi için görevlendirilen Robert Tor Russell isimli Britanyalı mimar tarafından 1933 yılında inşa edilen ve adını Kraliçe Victoria’nın oğlu Connaught Dükü Prens Artur’dan alan bu bölge küresel zincir mağazaların, klasik sinemaların, barların ve Hint restoranlarının bulunduğu George dönemine ait sütunlu binaların ortasında yer alan hareketli bir iş ve finans merkezi olup, açık bir AVM’yi andırmaktadır. Burası çok rahat saatler harcayabileceğiniz ve hareketli Delhi eğlence hayatını deneyimleyebileceğiniz bir bölge.

Delhi’deki ikinci günümde sabahın erken saatleriyle birlikte tur şirketim tarafından görevlendirilen rehberimle tarihi ve turistik yerleri gezmeye başladık.

İlk olarak Hint Müslümanları için önemli bir yer olan Cuma (Jama) Mescidi ziyaret ettim. Bu mescit Lahor’daki Badşahi Mescit’e çok benziyordu ve aynı derece ihtişamlıydı. Tam da Hindistan’da bulunduğum dönemde Hint hükümeti ile Müslüman halk arasında yeniden düzenlenen “Vatandaşlık Yasası” nedeniyle gergin bir dönemden geçildiği ve yoğun sokak protestoları düzenlendiği için Delhi’nin bu bölgesinde ekstra temkinli ve tedbirli hareket etmek durumundaydık. Haftalar süren gösteriler nedeniyle yabancı turistlerin turlarını iptal ettiği bir dönemde dikkatli olmakta fayda vardı. Bu nedenle, özellikle kendi başıma saatlerce yürüyerek dolaşmak istediğim “Chandni Chowk Pazarı”nı gezemedim.

Ardından tarihi Kızıl Kale’ye (Red Fort) gittim. 1857’ye kadar, 200 yıllık bir süre boyunca, Babür hanedanının imparatorlarının ana ikametgâhı olan yapı, İmparatorları ve ailelerini barındırmaya ek olarak, Babür devletinin tören ve siyasi merkezi olarak tarih boyunca bölgeyi etkileyen olayların merkezinde yer almış.

1639 yılında beşinci Babür İmparatoru Şah Cihan tarafından, başkentin Agra’dan Delhi’ye taşınmasının akabinde Tac Mahal’in de mimarı olan Üstad Ahmet Lahori’ye Şahcihanabad Sarayı olarak yaptırılan Kızıl Kale, kırmızı kumtaşı duvarıyla ünlü ve bir dizi köşkten oluşan bir yapıya sahip. Kale kompleksinin Şah Cihan yönetimi altındaki Babür yaratıcılığının zirvesini temsil ettiği kabul edilmekte ve saray İslami ilk örneklere göre planlanmış olmasına rağmen, her köşk, Timur ve Pers geleneklerinin kaynaşmasını yansıtan Babür yapılarına özgü mimari öğeleri içermekte. Kızıl Kale’yi gezmek tüm bir günü gerektirdiği için ben sadece etrafını gezip fotoğraf çekmekle yetindim.

Kızıl Kale

Ardından Hindistan’ın ve Hindistan Bağımsızlık Hareketi’nin siyasi ve ruhani lideri Mahatma Gandhi’nin Hindu bir suikastçi tarafından öldürülmesinin ardından, inançları gereği cesedinin yakıldığı (Kremasyon (Cremation) uygulaması) yerde inşa edilen ve cesedinin küllerinin muhafaza edildiği siyah mozoleden oluşan anıtını ziyaret ettim. Raj Ghat adı verilen bu anıtta mozole ve yanan ateşten başka bir şey bulunmamakta ve anıtın olduğu yere ayakkabı ile girilmesi yasak. Girişte görevlilere bahşiş karşılığı ayakkabılar teslim edilip içeri öyle giriliyor. Gandi’nin şahsi hayatında ve Güney Afrika’daki günlerinden başlayan sömürge karşıtı mücadelesinde, Hint-Müslüman birliğine yönelik felsefesinde Alt Kıta’nın yakın siyasi tarihinin dönüm noktalarının vücud bulmuş halini görmek mümkün. Bu nedenle hayatı, birçok filme, belgesele ve kitaba konu olmuştur.

Daha sonra sırasıyla, I. Dünya Savaşı sırasında ölen Britanya Hint Ordusu askerleri için 1921’de inşa edilen Hindistan Kapısı (India Gate), 1929 yılında Britanya Sömürge Valisi rezidansı olarak inşa edilen ve “Rashtrapati Bhavan” adıyla bilinen Hindistan Başkanlık Sarayı, Parlamento Binası ve Bakanlıkların bulunduğu devasa caddeyi dolaştım.

Sırada, dünyada anıt mezar konusunda çığır açarak Türk-İslam mimarisinin en güzel örneklerini sunan Babür İmparatorluğu’nun önemli eserlerinden, Babür İmparatorlarından Hümayun’un türbesi vardı. İlham verdiği Tac Mahal’deki hikayenin aksine, İmparator’un ölümünden sonra eşi Bega Begüm tarafından yaptırılan türbe, daha sonra da önemli bir aile haziresi haline gelmiş ve içindeki bölmelerde Babür hanedanından önemli isimlerin de kabri bulunmakta. Yapı ayrıca 1993 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine alınmış.

Delhi programımın son durağı Kutub Minar’dı. 13.yüzyılda inşa edilmiş zafer anıtı niteliğindeki Hint- İslam mimarisinin başyapıtlarından kabul edilen minare, 72,5m. yüksekliği ile 14. yüzyılda Tac Mahal’in inşa edilmesine kadar Hindistan’ın en yüksek yapısı olarak kalmış. Gurlu hükümdarı adına Delhi’yi fetheden Kutbiddin Aybek tarafından, İslâmiyet’in Hindistan’da kazandığı zaferin sembolü olarak yapımı başlatılan eser; kendisinden sonra Delhi Sultanı olan damadı Şemseddin İltutmuş tarafından tamamlatılmış; 1368’deki onarım sırasında 5 katlı hale getirilmiş olup, Selçuklu, Gurlu ve Gazneli mimarisinin izlerini taşımaktadır.

Kutub Minar ve çevresindeki anıtlar da 1993’ten beri UNESCO Dünya Mirası listesinde.

2.2.2 Agra

Delhi’den yaklaşık 200 km mesafede bulunan Agra’ya akşam saatlerinde ulaşarak “Royale Regent” isimli otelime yerleştim. Akşam yemeğimi yemek için otelime yakın “The Salt Cafe” isimli güzel, modern bir mekana gittim. Ertesi gün sabah saatlerinde dünyanın yedi harikasından biri olan Tac Mahal’in yer aldığı turistik bölgeye ulaştım. Yabancı turistler için yaklaşık 30 dolar olan biletimi aldıktan sonra Hindistan gezimin başlıca nedeni olan, hayatımda görmek istediğim yerler arasında ilk sıralarda bulunan Tac Mahal bütün ihtişamıyla karşımdaydı işte. Alandaki yoğun sis Tac Mahal’in görüntüsüne çok ayrı bir hava katsa da, ilk etapta görüşün kötülüğü moralimi bozmuştu. Tac Mahal’e doğru yaklaştıkça devasa yapı sis perdesinin arkasından giderek daha görünür hale geliyor, ben de bir an evvel kavuşmak için adımlarımı hızlandırıyordum.

Hindistan’ın Agra şehrinde, 1631-1654 yıllarında inşa edilmiş anıt mezar olan Tac Mahal, İslâm türbe mimarisinin en önemli eserlerinden birisi olarak kabul edilmekte. Hikayesi artık dünya çapında bilindiği üzere, Babür İmparatorluğu’nun 5. hükümdarı Şah Cihan’ın 17 Haziran 1631 tarihinde genç yaşta ölen eşi Ercümend Bânû Begüm (Mümtaz Mahal) için o zamanki imparatorluğun başkenti olan Agra’da Yamuna Nehri’nin kıyısında yaptırdığı türbe, Mümtaz Mahal’in ve 1666’da ölen imparator Şah Cihan’ın mezarlarını barındırmaktadır. 1983’ten bu yana UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’nde yer alan yapıyı yılda tahmini 3 milyon kişinin ziyaret ettiği kaynaklarda belirtilmektedir.

Tac Mahal’in mimarisi hakkında detaylı rakamsal verilerle yazımı uzatmak istemiyorum. TDV İslam Ansiklopedisi’nin Tac Mahal başlığı yapıyı her açıdan ele alan çok kapsamlı ve bilgilendirici bir başlık. Girişindeki anıt kapı ve mescid ile beraber mimari açıdan şaheser bir kompleks olan yapıyı imkanı olan herkesin görmesini şiddetle öneririm. İslam Ansiklopedisi’nde kaydedildiği üzere; “Tac Mahal’in planı, yapıyı Hint-İslâm ve Timurlu mimarisi gelenekleriyle irtibatlı kılar. Tac Mahal’in binası ve çevresi, mimari bakımdan tam anlamıyla bir Bâbürlü eseri olduğunu ispatlayan özelliklere sahiptir ve Bâbürlüler’le Timurlular’ın mimari anlayışıyla uyum içindedir. Yapıda, Orta Asya’da ve İran’daki Timurlu geleneğiyle Hint-İslâm türbe mimarisinin âhenkli ve mükemmel sentezi oluşmuştur. Bu iki farklı kaynaktan beslenen Tac Mahal’in gerçek öncüsü kabul edilebilecek örnekler de Bâbürlü mimarisinin âbidevî türbeleri arasında bulunmaktadır. Bâbürlü hükümdarları için yapılmış türbelerin ilk örneği olan Delhi’deki 1565 tarihli Hümâyun Türbesi ana türbe mekânının teşekkülüyle Tac Mahal’in bir öncüsüdür. Bir kaide üzerinde yer alan bu türbede mevcut bulunmayan köşelerdeki minarelerin kullanıldığı ilk âbidevî örnek ise Lahor’da 1627-1637 yıllarında inşa edilmiş Cihangir’in türbesidir.”

Yapıda mermerin kullanım tekniği ve yapının üstündeki çiçek desenlerine varana kadar ustalıkla işlenen mermerler gerçekten hayranlık uyandırıcı. Yapının etrafındaki dört minarenin, yıkılması halinde ana türbeye zarar vermemesi için dışa doğru eğime sahip olması müthiş bir detay. Yine İslam Ansiklopedisi’ndeki başlıkta vurgulandığı üzere; “Yapının bütününe hâkim olan, mermer içine renkli taş kakma (pietra dura) tekniğiyle yapılmış tezyinatla, bütün mütevazi kullanılışına rağmen malzemenin ihtişamı ve çok sayıdaki değerli taşın meydana getirdiği tesirlerle ihtişamlı bir görüntü oluşturulmuştur. Kemer aralarında, kitâbelerde ve sandukaların üzerinde bulunan zümrüt, yakut, pırlanta, iri incilerden ve diğer kıymetli taşlardan oluşan malzemeyle desteklenen tezyinatın esasını meydana getiren kitâbeler ve arabesk motifler yapının içinde ve dışında yer almaktadır. Ana türbe binası ve külliyenin diğer bölümlerinde bulunan kitâbeler dinî mahiyettedir ve Kur’ân-ı Kerîm’den âyetler ihtiva etmektedir. Bunların arasında en meşhuru cephelerde yer alan Yâsîn sûresi olup Osmanlı tebaasından olduğu bilinen Hattat Settâr Han tarafından yazılmıştır.”

Ana türbenin girişinde içinde mermer sandukaların yer aldığı orta mekânın güney girişi dışında kalan bütün girişleri paravanalarla kapatılmış olup bu paravanaların süslemeleri de çok güzel. İçerde fotoğraf çekmek yasak olmasına rağmen çekebildiğim bazı fotoğrafları aşağıda paylaşıyorum.

Tac Mahal’in seyrine gerçekten doyum olmuyor. Yıllardır hayalini kurduğum bu şaheser yapının yanında geçirdiğim her bir saniyeyi hakkını vererek geçirmek istiyorum. Planladığımız ziyaret saati dolmasına rağmen rehberime birkaç saat daha kalmak istediğimi söyledim. Yapının etrafında sayısız tur atarak, ince mermer işçiliği detaylarına dokunarak, minarelerin altında Tac Mahal’i izleyerek, etrafındaki göl manzarasını temaşa ederek, yan taraftaki mescitte namaz kılarak ve bol bol fotoğraf çekerek ilave bir iki saat daha geçirdim.

2.2.3. Fatehpur Sikri

Agra’dan Jaipur’a yola çıktıktan bir saat sonra programımızda bulunan Fatehpur Sikri kasabasına vardık. Açıkçası, programdaki üç ana destinasyon dışında kalan bu bölgeye pek dikkat etmemiştim. Ancak benim için turun olumlu anlamda en şaşırtıcı ve öğretici destinasyonu olduğunu keşfetmem uzun sürmedi.

16. yüzyılın ikinci yarısında Babür İmparatoru Ekber tarafından inşa edilen Fatehpur Sikri (Zafer Şehri), 10 yıl boyunca Babür İmparatorluğu’nun başkentliğini yapmış. Hindistan’nın en büyük camilerden biri olan Jama Mescidi’ni de kapsayan Fatehpur Sikri’deki anıtlar ve tapınakların hepsinin mimarisi aynı şekilde yapılmış.

Kompleksin avlusunda, İmparator Ekber’in ruhani mürşidi Sufi Çisti tarikatının lideri Salim Çisti’nin beyaz mermer mezarı bulunmakta. Ekber’in uzun süredir gerçekleşemeyen erkek çocuk beklentisi için Salim Çisti’nin duasını aldığı ve ardından Hindu eşi Mariam-uz-Zamani’den dünyaya gelen ve yerine geçecek ilk oğluna Salim adını (Şah Cihangir) verdiği, ayrıca Şah Cihangir’in kendisine süt annelik yapan Çisti’nin kızına çok düşkün olduğu rivayet edilmektedir. Benim orada olduğum sırada yüzlerce ziyaretçi dua edip adak adamak için Salim Çisti’nin türbesini ziyaret etmekteydi.

Kompleksteki Jama Mescid’in ana girişinde, Ekber’in Gujarat’a karşı kazandığı zaferin anısına 1602 yılında inşa ettirdiği “Buland Darwaza (Zafer Kapısı)” olarak adlandırılan, Babür mimarisinin nadide örneklerinden ve Ekber zamanındaki gelişmişlik seviyesini sergileyen dünyanın en yüksek kapısı yer almaktadır.

Bölgedeki beş katlı piramit yapıya sahip Panch Mahal ise, Budist tapınaklarının tasarım ögelerinin bulunduğu, her biri farklı tasarıma sahip toplam 176 sütunlu muazzam bir yapı olarak dikkat çekmekte.

Amer (bugünkü Jaipur) Mihracesi’nin kızı Hindu-Rajput prensesi olan ve Ekber’in bir yandan tüm Hindistan halkına kucak açan bir Şah olduğunu göstermek, diğer yandan bölgenin güçlü Rajputlarından  Kachwaha kabilesiyle ittifak kurmak amacıyla,  siyasi bir evlilik yaptığı Mariam-uz-Zamani’nin (kaynaklarda adı Hira Kunwari, Harkha Bai ve Jodha Bai olarak da geçmektedir), Ekber’in dini ve sosyal konularda dünya görüşünü derin manada etkilediği ve Ekber’in İmparatorluğun dini farklılıklara saygı çerçevesinde çok-etnili ve çok kültürlü kapsayıcı yapısını inşa etmesinde önemli rol oynadığı tarihçiler tarafından vurgulanmaktadır. Bu politikanın etkisiyle Fatehpur Sikri’de Hindu mimarisinden izler oldukça baskındı.

Yeri gelmişken burada bir paragraf açıp, Ekber’in dünya görüşünden bahsederken değinmezsem eksik kalacak ilginç bir konuyu da not etmek istiyorum. Hindistan’daki İmparatorluk gücünü konsolide etmek için idari ve askeri reformlara ağırlık veren Ekber Şah, dini açıdan bir mozaik olan tebasını birarada tutmak ve farklı inançlar arasındaki çatışmalara son vermek amacıyla İslâmiyet, Hıristiyanlık, Zerdüştîlik, Hinduizm, Budizm gibi çeşitli din ve inanç sistemlerinin belirgin prensiplerini birleştirerek “Dîn-i İlâhi” adıyla yeni bir din kurmuştur. Tabiatıyla bu girişimin İslâm âlimleri ve müslümanlar tarafından kınandığı, Dîn-i İlâhî’nin takipçilerinin çok az sayıda olduğu ve Ekber’in vefatıyla tamamen ortadan kalktığı bildirilmektedir. Ayrıca, Ekber’in 1575’te Fetihpûr Sikri’de büyük bir divanhâne inşa ettirdiği ve ibadethâne adı verilen bu binada saray mensuplarını, müslüman âlim, edip ve mutasavvıflarla Mecûsî, Hindu, Budist ve Hristiyan bilginlerini toplayarak dinî konularda münazara yaptırmaya başladığı aktarılmaktadır. Hindistan gibi bir coğrafyada İmparatorluğu’nu ayakta tutabilmek ve sınırlarını genişletebilmek için radikal uygulamalara imza atan Ekber’in politikaları hakkında H. Hilal Şahin’in yeni çıkan “Hindistan’da Türk Rönesansı: Ekber Şah ve “Din-i İlahi’si” adlı kitabını en yakın zamanda okumak üzere listeme aldım, sizlere de tavsiye ediyorum.

Fatehpur Sikri’nin, Ekber Şah’ın vefatından sonra bölgenin olumsuz hava şartları ve yaşanan susuzluk sorunu nedeniyle terk edildiği ve 400 yıl özgün haliyle korunan bölgenin, 1986 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edildiğini belirteyim. Bu arada alana giriş yabancı turistler için yaklaşık 10 Dolar’dı.

2.2.4. Jaipur

Fatehpur Sikri’den çıktıktan sonra yaklaşık 200 km’lik mesafede bulunan Jaipur’a 4 saatlik yolculuğun ardından akşam saatlerinde vardık ve Bella Casa isimli otelime yerleştim. Saat çok geç olmadığı için dışarı çıkıp internetten araştırıp bulduğum “Re-pub-lic” isimli restoran-bara gittim. Yılbaşı arefesi olduğu için biletle girilen güzel bir etkinliğe denk geldim ve bir iki saat  burada vakit geçirdikten sonra otelime döndüm.

Hindistan’ın Racasthan eyaletinin başkenti, şehirdeki yapıların rengi nedeniyle “Pembe Şehir” olarak bilinen bu renkli ve hareketli şehirde bir gün kendim, bir gün rehberlerimle 2 gün gezdim. Birbirine yakın oldukları için turistler için oluşturulan bir konsept olan “Altın Üçgen”in, gezip görülecek yer çeşitliliği açısından en dolu şehri Jaipur diyebilirim. Delhi üçgenin bilhassa İslami tarihi, Agra Tac Mahal’e evsahipliği yapması nedeniyle efsanevi durağıyken, 1728 yılında Mihrace Sawai II. Jai Singh tarafından kurulan Jaipur bölgenin daha çok yerel devlet hükümdarları/prensleri/Mihraceler dönemini ve Britanya sömürgesini yansıtan bir durağı olduğunu söyleyebilirim.

Amber Fort/Amber Kalesi

Jaipur’un 11 km dışındaki Amer kasabasında yüksek kayaların üzerine kondurulmuş olan Amber Kalesi’ne sabah erken saatlerde ulaştık. Yerli ve yabancı turistlerin bir hayli ilgi gösterdiği Kale, 1592 yılında Rajput kabilelerinden Kachwaha’nın Amer Hükümdarı ve aynı zamanda Babür Şahı Ekber’in komutanlarından Raja Man Singh (Man Singh I/1550-1614) tarafından yaptırılmış. Amer Hükümdarı Raja Bharmal’in (1498-1574) kızı Mariam-uz-Zamani’nin  Babür Şahı Ekber ile evlendiğini yukarıda belirtmiştim. Evlilik bağı ile kurulan bu akrabalık bağı neticesinde Babürlüler yönetimine yakınlaşan Mihraceliğin 1592 yılındaki Hükümdarı olan Raja Man Singh de Bharmal’in torunu ve aynı zamanda Ekber’in en güvendiği generallerinden biri olmuş. İşte bu etkileşim sayesinde zamanla kalenin içinde özellikle Babür mimarisi ve Rajput sanatının harmanını yansıtan Saray ve diğer bölümleri inşa edilerek genişletilmiş. Saray kompleksi, bol süslü yapısıyla Amer’in zenginliğini yansıtmakta. Jaipur inşa edilmeden önce kalenin bulunduğu Amer şehri, Kachhawa Rajput devletinin başkentiymiş, bir dizi sarp tepelerin üzerine yayılmış olan Amer Kalesi, çevresini kaplayan surların ihtişamı ve hemen yanıbaşındaki Maota gölü ile enfes bir atmosfere sahip. Öte yandan, kısaca belirtmek isterim ki Jaipur Mihraceliği’nin Babürlülerle geliştirdiği siyasi ittifak ilişkisi, arkasında yatan evlilikler bağı, sonrasında bu kanal sayesinde Mihraceliğin üyelerinin üst düzey askeri görevlerde Babürlere sadakatle hizmetleri neticesinde Mihracelik soyunun bugünkü konumuyla günümüze kadar ulaşan etkisi incelenmeye değer.  

Amber Kalesi’nin yüksek girişine biz araçla çıktık. Ancak, burada turistler için fil ile taşıma da mümkün. Dolayısıyla daha Kale’nin içine girmeden kendinizi masallar ülkesinde veya “Age of Empires” benzeri bir bilgisayar oyununun içinde hissediyorsunuz.

Amber sarayının girişinde, öncelikle Divan-ı Aam adı verilen, açık alanda sütunlarla dekore edilmiş ve duvarlarında çeşitli mozaikler bulunan “Halk Kabul Salonu”, Kale’nin içindeki Saray’a giriş, adını üzerindeki Ganesh tanrısı motifinden alan Ganesh Kapısı’ndan yapılıyor.

Sarayın diğer bölümleri, Divân-ı Has, Sheesh Mahal (Aynalı Saray), Hamamlar gibi alanlardan müteşekkil.  Türk hamamı olarak adlandırılan hamamlarda Alt kıta ile ortak kültürümüzün somut izlerini görmek ilginçti. Sarayın bu bölümlerindeki bahçeler, sütunlu yapılar çok etkileyiciydi. Burayı bir çok açıdan Granada’da bulunan El-Hamra sarayına benzettim ve aynı derecede unutulmaz bir yer bıraktı bende.

Şehir Sarayı (City Palace)

Programımızda sırada Jaipur denince akla bir diğer turistik şaheser nokta olan Şehir Sarayı vardı. Yukarıda belirttiğim gibi 1728 yılında Mihrace Sawai II. Jai Singh tarafından prensliğin merkezinin Amer’den yeni kurulan yerleşim yeri Jaipur’a taşınmasının akabinde inşa edilen Saray, bugün Mihrace’nin soyundan gelen prenslik ailesinin konutu olmaya devam etmekle birlikte aynı zamanda müze olarak hizmet vermekte. Daha önce de belirttiğim gibi Hindistan tarihini veya güncel Hindistan siyasetini, toplumsal yapısını kitaplardan okumanın yanısıra, bu tarz geziler sayesinde yerinde görüp öğrenmenin önemini bu Saray’da gördüklerimle tekrar teyit ettim.

1947 yılında ayrı bir devlet olarak kurulan modern Hindistan’ın tarihini gözönünde bulundurduğunuzda, esasen 73 yıllık bir sürenin, yüzlerce yıldır süregelen toplumsal ve siyasi sisteminin dönüşmesi ve yeni sistemin yerleşmesi için aslında ne kadar az bir süre olduğunu idrak ettim. Çünkü, zamanında bu topraklarda yaşamış, hüküm sürmüş, toplumsal hayata etki etmiş 500’ü aşkın prenslikten bahsediyoruz. Yüzlerce yıllık bir sürede bu yönetici elitin, Hindistan’ın uçsuz bucaksız kaynaklarını yöneten kesim olarak yerleştirdiği ve yönettiği sistem, Babürler veya Britanya İmparatorluğu ile geliştirdiği ilişkiler üzerinden kurdukları vesayet, toplumsal hayatın damarlarına kadar işlemiş. Böylesine karmaşık bir toplumsal yapı üzerine 1947 yılında kurulan Devlet’in ardından idari ve siyasi olarak yeni bir düzene geçmesi tabiatıyla kağıt üzerinde olduğu gibi bir gün içinde gerçekleşmemiş. Nitekim, Jaipur Mihraceliği’nin tüm unvanlarından, imtiyazlarından feragat ederek tamamen Hindistan Devleti’nin yasalarına tabi olma süreci ancak 26’ncı anayasa değişikliği kapsamında 1971 yılında tamamlanabilmiş. Dolayısıyla, sadece Jaipur Mihraceliği örneğinden hareketle, bu soylu ve elit tabakanın toplumsal hayattaki yerinin yanısıra, günümüz Hindistan siyasetinde de gücünü koruduğunu hem rehberimin anlattıklarından, hem de bilahare yaptığım araştırmalarda gördüm.

Bu bağlamda, Sarayın, Sabha Niwas (Diwan-e-Aam), Sarvato Bhadra (Diwan-e-Khas), Pritam Niwas Chowk, Chandra Mahal, Mubarak Mahal bölümleri, galerileri ve içindeki müzeyi bu gözle gezdiğinizde, Jaipur Mihraceliği soyundan gelen ve sembolik konumlarını koruyan, hatta Jaipur Devleti’nin bayrağını saray üzerinde dalgalandırmaya devam eden ailenin Hindistan içindeki mevcut statüsünü anlayabiliyorsunuz. Son Mihrace Bhawani Singh’in kızı Diya Kumari halihazırda Hindistan’da iktidarda bulunan Hindistan Halk Partisi’nden (BJP) Jaipur milletvekili. Diya Kumari’nin 1998 doğumlu büyük oğlu Padmanabh Singh, dedesi Bhawani Singh tarafından 2002 yılında Jaipur Prensliği veliahtı olarak atanmış ve dedesinin vefatının ardından 2011 yılında Jaipur Mihracesi olmuş. Daha önce belirttiğim gibi, bu unvanlar Hindistan’da evvelce anayasal olarak kaldırılmış olsa da, geleneksel ve sembolik olarak sürdürülmekte. Aynı zamanda ailenin Hindistan siyaseti üzerinde de toplumsal statüsüyle aynı oranda bir özgül ağırlığı bulunmakta. Öte yandan, yaklaşık 3 milyar Dolar değerinde bir zenginliğe sahip aile, aile rezidansı olarak da kullandıkları Şehir Sarayı’nın, müze bölümünü her yıl milyonlarca turistin ziyaret etmesinden kazandığı bilet gelirlerini de Diya Kumari’nin başında bulunduğu Vakfın bütçesine eklemekte.

Şehir Sarayı, işte bu yüzlerce yıllık Amer (sonrasında Jaipur) Mihraceliği’nin zenginliğini, sanat ve estetiğe düşkünlüğünü yansıtmakta ve Mihrace soyunun güncel siyasetteki itibar ve statüsünün de bir simgesi olarak görülmekte olduğu için kesinlikle görülmeye değer bir mekan.

Jal Mahal (Su Sarayı)

Şehir Sarayı’ndan çıktık sonra yol üzerinde Jal Mahal hakkında bilgi alıp fotoğrafını çektim. Man Sagar gölünün içinden yükselen bu büyüleyici yapı, Mihraceler tarafından av köşkü olarak 1799’da yapılmış. Daha sonra yağan yağmurlar, buradaki su seviyesini yükseltmiş. Suların altına da gömülü 4 katı daha olduğunu öğrendim.  

Su Sarayı

Jantar Mantar

Bir sonraki durağımız Jantar Mantar adlı mimari astronomik alet koleksiyonun bulunduğu açık hava müzesini andıran alan. Rajput kralı Sawai Jai Singh II tarafından 1734’te yaptırılan ve dünyadaki en büyük taş güneş saatine ev sahipliği yapan alan UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edilmiş. Astronomi meraklılarının ilgisini bir hayli çekebilecek alan benim astronomi bilgi kapasitemin çok üzerinde olduğu için açıkçası pek ilgimi çekmedi. Ancak, Hintlilerin yaklaşık 300 yıl önce astronomi konusundaki ilgi ve bilgilerini yansıtması bakımından bir hayli şaşırtıcıydı.

Hawa Mahal

Jaipur resimlerine baktığınızda şehrin ikonik resmi olarak genelde karşınıza çıkan Hawa Mahal’i gündüz rehberimle dışarıdan ziyaret ettim. Programımız sona erdikten sonra otelimde biraz dinlendikten sonra, şehri tek başıma gezmek için dışarı çıktım. Jaipur’da yaşamın izlerini daha yakından yakalayabilmek için kendime bir rota belirledim. Bu arada tur şirketimin tur boyunca arabamda ve arabada olmadığım zamanlarda da yanımda bulundurabileceğim taşınabilir modem sağlaması büyük kolaylık oldu. Otelimin, ve Hawa Mahal’in de yer aldığı bölgeye yakın tarihi Chandpole Pazar arası mesafe 10 km idi, Central Park bölgesine kadar rikşayla gidip Hawa Mahal’i de kapsayacak 5 km kadar bir yürüme rotası çizdim.

Chandpole Pazar, Jaipur’un suriçi (walled city) olarak tabir edilen bölgesinde yer alan ve Jaipur kurulurken inşa edilmiş ilk birkaç çarşıdan biri olan yaklaşık 300 yıllık bir geleneksel çarşı bölgesi. Simetrik şekilde düzenlenen mimarisiyle kıyafetten gıdaya, hediyelik eşyadan restoranlara kadar aradığınız herşeyi bulabileceğiniz onlarca dükkanın birarada olduğu bu bölgede saatlerce gezebilir, şehrin ticari kalbinde Hindistan’ın keşmekeş trafiğinin yanısıra, yerel halkla içiçe, tarihi pembe surların ve kapıların içinden geçerek sıradan bir Hindistan gününü ayrıntılarına kadar deneyimleyebilirsiniz. Yukarıda da belirttiğim gibi Delhi’nin daha çok modern bölgesinde vakit geçirdiğim ve Agra’da da bu şekilde gezip görülebilecek yer olmadığı için Jaipur benim için turun en renkli şehri oldu. Jaipur’da 2 gece 3 gün geçirmemin de daha çok keşif yapabilmemde katkısı oldu tabii. Çarşı’da gezerken tek katlı dükkanların üzerinde gördüğüm onlarca maymunun görüntüsü Hindistan’da bir haftalık süre sonrasında artık normal gelmeye başlamıştı. Chandpol bölgesindeki ana caddeden doğuya doğru yaklaşık 2 km yürüdüğünüzde bu cadde sizi doğruca Hawa Mahal’in önüne kadar götürüyor. Metro kullanacaksanız da, Badi Chaupar durağı hemen Hawa Mahal’in yanında.

“Rüzgarların sarayı” olarak çevrilen Hawa Mahal 1799 yılında Mihrace Sawai Pratap Singh için inşa edilmiş. Aslında “Hawa” ifadesi bildiğimiz Türkçe “Hava” ile aynı anlamda. Hint dilinde bunun gibi Türkçe’de de kullandığımız onlarca kelime duymak sizi şaşırtabilir. Tur rehberim bina hakkında bilgi verirken İngilizce ifade etmesine gerek olmadığını Hawa’nın bizde de aynı anlamda kullanıldığını söylediğimde çok şaşırdı. Pembe ve kırmızı kumtaşının kullanıldığı, 953 kemerli penceresi, Rajput Hanedanına özgü mimarinin yine Babür mimarisiyle harmanlandığı, baş döndürücü bir güzelliğe sahip olan Hawa Mahal’in rengarenk pencereleri, harem kadınlarının şehrin günlük yaşamının yanısıra, festival/bayram günlerinde ana caddeyi izlemeleri için özel tasarlanmış. Hawa Mahal’in ana yolun arka tarafına bakan cephesinden Şehir Sarayı’na doğrudan geçiş bulunmakta. İnternetten bulabileceğiniz fotoğraflarda, Hawa Mahal’in arka cephesinden Şehir Sarayı ile beraber Jantar Mantar’a kadar uzanan manzara kelimenin tam anlamıyla doyumsuz olduğunu göreceksiniz.

Dönüş yolumda Bapu Pazar bölgesinden geçtim. Yılbaşı üzeri olduğu için ışıklarla süslenmiş, yerli yabancı yüzlerce kişinin akın etmiş olduğu Pazar’da geleneksel sokak lezzetlerini tattım, hediyelik eşya alışverişimi yaptım ve girdiğim bir restoranda akşam yemeğimi yedim.

Hindistan’da sokak tezgahları üzerinde satılan yemek çeşidi gerçekten sınırsız gibi. “Chaat” terimi bütün bu çeşitliliği ifade eder. Bütün bu yemek kültürünün ortak özelliği biber, yoğurt, nohut, demirhindi sosu, kişniş, zencefil ve bol miktarda baharat olan bu lezzetlerin tarifi imkansız. Ben Hint mutfağına benzer Pakistan’ın Pencab mutfağından alışık olduğum için adapte olmakta hiç zorlanmadım. Bununla beraber, bizde genelde hasta olunca kullanılan bu baharatların günlük yemeklerde bolca kullanıldığı Alt Kıta mutfağı ilk denemede çeşitli mide rahatsızlıklarına yol açabildiği için ihtiyatlı olmanızda fayda var. Ancak, önyargınız varsa kırıp Hint mutfağını keşfetmenizi ısrarla öneririm. Yüzyılların birikimiyle oluşan, hamur kızartmalarının, etin, bakliyatın binbir çeşit baharat ve sosla füzyonundan oluşan yaratıcı lezzetlere damağınız alıştıkça bağımlısı olacağınızı garanti edebilirim.

2.2.5. Dönüş

Programın Jaipur ayağını da tamamladıktan sonra, artık uzun dönüş yolculuğum başlıyordu. Amritsar’a trenim Delhi’den olduğu için tur aracımla Racastan eyaletinin uçsuz bucaksız kimyon tarlalarının manzarası eşliğinde Delhi’ye gittim. Bu arada uzun yollarda bana Alex Von Tunzelmann’ın Britanya’nın Alt Kıta’dan ayrılış süreci ile ilgili “Indian Summer: The Secret History of the End of an Empire” kitabının arkadaşlık ettiğini not edeyim.

Delhi’ye ulaştıktan sonra “Connaught Place”de akşam yemeğimi yedim ve tur arabası beni Delhi’nin Hazrat Nizamuddin istasyonuna bıraktı. 20.30 Amritsar trenim rötarlı olarak 23.00’te kalktı. Amritsar’daki istasyondan da doğruca Wagah sınırına gidip, geldiğim şekilde Lahor’dan İslamabad’a otobüsle dönerek bir haftalık Hindistan ziyaretimi tamamlamış oldum.

3. Değerlendirme

Benim için rüya gibi olan ve yıllardır görmek istediğim Altın Üçgen turumu, tur şirketimin de desteğiyle herhangi bir aksilik olmadan tamamladım. Yazımda da vurguladığım gibi Hindistan dünya üzerinde, barındırdığı kültürel mozaik açısından eşsiz bir konuma sahip bir ülke. Dolayısıyla, mutfağı, kültürü, dini, toplumsal ve tarihi yapısı itibariyle farklı ilgileri bulunan gezginciler ve turistler için ilgi duydukları alana göre hitap edebilecek farklı özellikleri haiz bölgeleri bulunmakta. Benim gezdiğim Altın Üçgen bölgesi yukarıdaki haritada da gösterdiğim gibi Hindistan’ın kuzeyinde ülkenin geniş toprakları düşünüldüğünde nispeten ufak bir alana tekabül etmekte ve ülkenin daha çok Babürlüler tarihinde izler bulacağınız bir bölge. Tüm Hindistan’ı hakkıyla gezmek isteyenler için mümkünse bir aylık bir zaman dilimi ayırmanızı veya bu zengin coğrafyada ilgi alanınıza göre bir bölge belirleyip gezmenizi önerebilirim.

Ben Babürlüler dönemine ilgi duyduğum için Altın Üçgen benim için ideal bir bölge oldu ve hem yaptığım geziden önce öğrendiklerimi pekiştirmem hem de Alt Kıta hakkında zihnimde yeni ufuklar açması bakımından mükemmel bir tecrübe oldu. Kabil’de Babür Şah’ın, Lahor’da Şah Cihangir’in anıt mezarlarını ziyaret ettikten sonra, Delhi’de Humayün’ün, Agra’da Şah Cihan’ın anıt mezarlarını ziyaret edebilmiş olmayı kendim için en büyük kazanım olarak görüyorum. Zira, İslam mimarisinin eşsiz örnekleri olan bu mekanlar, anıt mezar olmasının yanısıra, Tac Mahal örneğinde olduğu gibi dönemin zenginliğini ve estetik anlayışını yansıtması nedeniyle ister istemez Babür İmparatorluğu’nun tarihi hakkında da merak duygularınızı tetikleyen şaheserler.

Sonuç olarak, dünya çapında bir turizm destinasyonu olduğu için turistler için ulaşım, konaklama imkanlarının alternatifli ve rahat olduğu, resmi dili İngilizce olduğu için de iletişim konusunda sorun yaşamayacağınız bir ülke olan Hindistan’da, Türk tarihinin izlerini görmek isterseniz veya bugüne kadar ülkemizde maalesef ihmal edilmiş bir coğrafyaya akademik veya hobi amaçlı merak duyuyorsanız Altın Üçgen gezisini öneririm. Hindistan’ın geniş coğrafyasında genellikle gözardı edilen ancak benim çok etkilendiğim Amritsar’ı ziyaret programınıza eklemekte fayda var. Amritsar’a kadar geldikten sonra da Wagah sınırını geçerek Pakistan’ın başta kültür başkenti Lahor olmak üzere, İslamabad ve Peşaver gibi şehirlerini ziyaret uygulanabilir bir gezgin rotası olarak izlenebilir.

Gezi boyutunda aklıma gelen bütün hatlarıyla ve tarihi boyutunda da öğrendiğim ve hala öğrenmekte olduğum tarihi hakkında naçizane yüzeysel bilgilerle ele aldığım Altın Üçgen gezi notlarımın böylelikle sonuna geldim.

Umarım okuyanlar için faydalı bir yazı olmuştur.

Rıdvan Türkoğlu

  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın