Arşiv
“Ortadoğu Örneğinde Son Dönem Türk Dış Politikası’nda Politik Ekonomi” (giriş)
Son Dönem Türk Dış Politikasına Genel Bakış*
Rıdvan TÜRKOĞLU
Son dönem Türk dış politikası uluslararası sistem içerisinde doğurduğu bölgesel hatta küresel sonuçları itibariyle dünya çapında akademik ve siyasi çevrelerin dikkatini çekmekte ve uygulanan politikaların farklı boyutları ele alınarak Türkiye’nin değişen uluslararası vizyonu anlamlandırılmaya çalışılmaktadır. Cumhuriyet tarihi Türk dış politikasının tarihsel temel ilkeleri olarak kabul edilen ”Statükoculuk” ve “Batıcılık” kapsamında değerlendirildiğinde radikal dönüşümlerin yaşandığı son dönem Türk dış politikası ülke içinde farklı siyasi aktörler tarafından tartışılmakta ve zaman zaman şiddetle eleştirilmektedir. İç dinamiklerin yanı sıra yaşanan bu dönüşüm Balkanlar-Kafkaslar-Ortadoğu-Doğu akdeniz hinterlandının merkezinde bir coğrafyada potansiyel etki gücüne sahip bir bölgesel güç olmasından dolayı uluslararası sistem içerisinde kritik bir önemi bulunan ve medeniyetler arası köprü görevini bulunduğu cografyanın zorunlu bir dayatması olarak üstlenen Türkiye’nin attığı adımlar uluslararası ilişkilere yön vermeye çalışan hegemon güçlerin akademik ve siyasi çevreleri tarafından da çok yakından takip edilmekte ve tartışılmaktadır.
Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte uluslararası sistem içerisinde sahip olduğu stratejik öneminin azalması dolayısıyla önemini kaybedeceği kaygısıyla dış politika alanında atılımlarda bulunan Türkiye 90lı yıllarda bu yönde yaşanılan şevk ve heyecana rağmen karşılaştığı kısıtlamalar sonucunda ekonomik, toplumsal , siyasi yapısı ve gücünün çevresindeki sorunlarla başetmek için yeterli olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldı. Nitekim, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Orta Asya’da ortaya çıkan Türki cumhuriyetlerle yakın işbirliği içerisinde Çin Seddi’ne kadar uzanan bir Türk dünyası iddialı dış politika söylemi realpolitik alanında kadük kaldı ve 1989 ile tezimizde işlenen yeni dönem Türk dış politikası başlangıç noktasına kadar geçen süreç Türk dış politikası tarihinde kayıp yıllar olarak yerini aldı.
2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte gerçekleştirilen dış politika uygulamaları AKP’nin ilk hükümet yıllarından itibaren yaşanacak olan paradigma değişikliğini yansıtan örnekler olarak pratikte yerini aldı. Zira soğuk savaş boyunca dış ve güvenlik politikalarını bir kutba bağlayan Türkiye, batı tarafında konumlanmasının bir gereği olarak ABD önderliğindeki bu kutubun çizmiş olduğu sınırlar içerisinde dış politikasını belirleyen, kendi başına insiyatif alma hakkı tanındığı konularda da kendi sıkletinin çok çok altında Yunanistan ve Kıbrıs ile yaşanan sorunlar dışında başka bir dış politika alanında politika üretemeyen bir ülke haline gelmişti. Sistemin dayattığı bu pasif ve edilgen dış politika anlayışının bir sonucu olarak yüzyıllar boyunca birlikte yaşadığı balkan, kafkas ve ortadoğu ülkeleriyle arasına keskin ve kalın sınırlar koyan Türkiye , soğuk savaş dönemi sonrasında söz konusu yapay sınırların kalkmasıyla birlikte tarihsel yükümlülükleriyle yüzleşmek zorunda kaldı. Nitekim Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra geçen onyıllara rağmen soğuk savaş sonrası bölgemizde yaşanan bunalımlarda Balkanlarda Bosna, Bulgaristan, Ortadoğu’da körfez savaşında kürtler, Kafkaslarda Çeçenistan ve Azerbaycan gözünü Türkiye’ye çevirmiş ve mağdur olan bölge halkları tarafından Türkiye sığınmak için güvenli bir liman olarak görülmüştür. Ayrıca Osmanlı mirası olarak ülkemizde bulunan söz konusu etnik unsurların varlığından dolayı oluşan hassasiyet dış politikada politika yapıcılarını kaçınılmaz olarak etkilemeye başlayarak bölge politikalarına dahil olmaya zorluyordu. Genç ve kalabalık nüfusu, coğrafyası ve tarihsel bağlarıyla bölgesel güç olmak için gerekli potansiyel parametrelere sahip olan Türkiye, bu potansiyeli harekete geçirmek için şart olan ekonomik gelişme ve siyasi istikrar ortamını sağlayamadığı için koyulan hedefleri gerçekleştirmede başarılı olamamıştır. Siyasi ortamda 1989-2002 arasında istikrarsız koalisyonlarla yönetilen Türkiye ekonomik olarak 2001’de yaşanan iflas ile idealler ve gerçek dünya arasında farkı acı bir şekilde tecrübe etmiştir.
İşte yaşanılan bu yıllara tepki olarak Kasım 2002’de gerçekleştirilen genel seçimlerde tek başına iktidara gelen AKP siyasi alanda özellikle Turgut Özal döneminde hedeflenen vizyonu esas almasının yanı sıra tek başına iktidar olmanın verdiği avantaj ile ekonomik kriz sonrası Kemal Derviş ile hedeflenen ekonomi politikalarını gerçekleştirmek için gerekli siyasi iradeyi de gösterme imkanını buldu . Yeni dönemde uluslararası konjonktürün uygun ortamında köklü makroekonomik reformlarla ekonomide düzelmeyle birlikte siyasi istikrar da bir miktar sağlanınca teoride planlanan ve hedeflenen soğuk savaş sonrası bölgede oluşan jeopolitik boşluğu doldurmaya yönelik dış politika hedefleri için artık uygulamaya geçme zemini hazırlanmış oldu. Bu dönem ile birlikte Türkiye’nin cumhuriyet tarihi boyunca takip ettiği temel dış politika ilke ve prensiplerinin yanısıra soğuk savaş sonrasının dinamik uluslararası ilişkiler ortamında yeni prensipler ve yaklaşımlar inşa ediliyordu. Bu inşa sürecinin mimarı hiç şüphesiz 2001 yılında yayımlanan “”Stratejik Derinlik-Türkiye’nin Uluslararası Konumu” adlı kitabında bir akademisyen olarak teorileriyle Türk Dış Politikası yapımcılarına öneriler sunan ve 2002 itibarıyla AKP hükümetlerinde dış politika ile ilgili çeşitli görevlerde yer almasıyla teoriyi pratiğe dökme fırsatını bulan Ahmet Davutoglu idi. Davutoglu yeni dönemin başında Türk Dış Politikasının yeni prensiplerini “özgürlük-güvenlik dengesi- komşularla sıfır problem, çok boyutlu- çok kulvarlı ilişkiler, yeni bir üslup ve ritmik diplomasi“ olarak isimlendirdi. Bu kavramsal yeniliklerle Türk dış politikasının hem söylemi, hem de pratiği değişiyor ve özgüveni yüksek, aktif, dinamik ve çok boyutlu bir dış politika çizgisi ortaya çıkıyordu.
Bu dönemin hemen başında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın aksi yönde irade göstermesine rağmen meclis iradesiyle 1 mart tezkeresinin geçmemesiyle başta Rusya olmak üzere Batı’dan bağımsız dış politika yürütme konusunda bölge ülkelerinin Türkiye’ye bakış açısı değişti. Ardından Avrupa Birliği (AB) ile müzakereler konusunda kararlı adımlarla gerçekleştirilen siyasi ve ekonomik reformlar ile iç siyasette devrim niteliğinde değişiklikler yapılırken, dış politikada da onyıllar boyunca “çözümsüzlük çözümdür” politikası izlenmiş Kıbrıs sorunu konusunda statükocu yaklaşımdan vazgeçilip 2004 yılında Annan planıyla sonuçlanan “bir adım önde olma” parolasıyla radikal adımlar atıldı. Çok boyutlu dış politikanın yansıması olarak AB ile ilişkilerin yanında Türkiye yakın kara havzasındaki komşularını hatırlayıp ortadoğuya yönelmeye başladı. Bu bağlamda Batı tarafından şer ekseninde yer alan ve 90lı yılların sonunda savaşın eşiğine geldiğimiz Suriye başta olmak üzere bölge aktörleri ile gelişen ilişkiler ve bölge sorunlarına dahil olma çabaları, ilk belirtilerini İsmail Cem dönemi dış politikasında gördüğümüz Türk dış politikasında yaşanan paradigma değişikliğinin göstergeleri olarak değerlendirilmiştir. Daha fazlasını oku…
“Ortadoğu Örneğinde Son Dönem Türk Dış Politikası’nda Politik Ekonomi” (taslak)
Tezim ana hatlarıyla 5 Bölümden oluşuyor…
1.bölümde ilk olarak, bir önceki yazıda kısa bir değerlendirme ile bahsettiğimiz dış politika uygulamalarında güvenlik anlayışına dayalı dış politikadan – politik ekonomi araçlarının ön plana çıkarıldığı komşu bölge ülkeleriyle ekonomik karşılıklı bağımlılık ilkesine dayanan paradigmaya geçişin teorik temelinden incelenmekte ve literatürde Türk Dış Politikasını belirleyen ve itici gücünü oluşturan dinamikler üzerine yapılan tartışmalar ele alınmaktadır. Daha sonrasında ülke içinde yaşanılan ekonomik dönüşüm ile iç dinamiklerin harekete geçmesine olanak sağlanmasının ardından ortaya çıkan yeni ekonomik aktörlerin dış politika yapım sürecine etkileri incelenmektedir. Bölgesel güç olma iddiasında bulunan bir ülkenin ilk önceliğinin bu iddiasını destekleyecek güçlü ve istikrarlı bir ekonomisinin olması gerekmektedir. Bu bağlamda, temelleri 1980li yıllarda atılan ancak asıl radikal adımların 2001 krizi sonrası atıldığı genel ekonomik kalkınma stratejisinin geliştirilmesiyle birlikte dış ticaret rejiminde gerçekleştirilen yapısal reformlar ele alınmaktadır. Söz konusu reformların uzun vadeli sonucu olarak dönüşüm içerisine giren ve istikrarlı bir şekilde olumlu göstergelerle büyüyen Türk ekonomisinde sermayenin İstanbul’dan Anadolu’nun içlerine kadar yayılıp zenginleşmesiyle oluşan yeni sermaye sınıfının ekonomik çıkarlarının siyaset ve politika yapım sürecini etkilemesi üzerinden artan kamu-özel sektör ilişkileri tartışılmaktadır. Bu aşamada literatürde yer alan “ticaret devleti” (trading state) ve “pratik el” kavramları ele alınmaktadır. Ayrıca büyüyen ekonominin finasman ihtiyacını karşılamaya yönelik doğrudan dış yatırımları ülkemize çekme stratejileri, bu amaçla uluslararası yatırımcılara verilen teşvikler yayınlanan raporlar ve grafikler yardımıyla yine bu bölümde incelenmektedir.
2. bölümde değişen paradigma ve yeni vizyon çerçevesinde başta sınır komşularımız olmak üzere yakın kara havzamızda bulunan ortadoğu ülkeleri ile geliştirilen ilişkiler Irak, Suriye, İran, Mısır, İsrail, örnekleri üzerinden incelenmektedir. Söz konusu ülkelerle hedeflenen ilişkilerin ekomik ve diplomatik ilişkilere yansıyıp yansımadığı ve-veya ne oranda yansıdığı incelenmektedir. Ayrıca İslam Konferansı Örgütü, Arap Ligi, Körfez İşbirliği Konseyi (GCC) gibi bölgesel örgütlerde Türkiye’nin yeni politikaları ve karar alma mekanizmalarındaki varlığı incelenmektedir. Bu şekilde ortadoğuya yönelik yapılan hamlelerin, izlenen politikaların ve çok büyük tartışmalara yol açan dış politika kararlarının arka planında yer alan nedenleri araştırılmaktadır. Bu bölümde ortadoğuda 2011’in ilk ayından itibaren başlayan ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan halk isyanlarından bahsetmemiz kaçınılmazdır, ancak bu isyanların gidişatının belirsizliği ve bölgeyi nasıl etkileyeceğini bugünden kestirilemediğinden dolayı Türk dış politikası açısından değerlendirilmesi ilkesel olarak yapılmaktadır.
3. bölümde değişen dış politika anlayışının politik ekonomiye dayalı stratejilerinin bir sonucu olarak geleneksel aktörlerin yanısıra dış politika yapım sürecine etki eden ve söz konusu politikaları uygulamaları aşamasında araçsallaştırılan, ortadoğu ülkelerinde ülkenin yumuşak gücünün ortaya çıkmasına etki ederek ekonomik ve siyasi ilişkilerde insiyatif alan TOBB-TÜSİAD-MÜSİAD-TUSKON-THY-TİKA gibi kurum ve kuruluşların diplomasinin özel aktörleri olarak bu süreç içerisinde katkıları,
4.bölümde ilk 3 bölümün bir değerlendirmesi ve analizi ışığında izlenen politikaların 2008 küresel finansal kriz esnasında Türk ekonomisine ne şekilde sonuçlar doğurduğu incelenecek ve dış ticaret hadlerini içeren grafikler yardımıyla küresel kriz döneminde Türk ekonomisinin durumu üzerine değerlendirme yapılmaktadır. Ayrıca bu kriz ortamında politik ekonomiyi dış politikasında araçsallaştıran Türkiye’nin donör ülke olarak yaptığı dış yardımların dış politika aracı olarak bölgede yürüttüğü faaliyetler üzerinde analizi yapılmaktadır.
Son olarak “ Ortadoğu örneğinde son dönem Türk dış politikasında politik ekonomi” çalışmasında Türkiye- Suriye- Lübnan- Ürdün dörtlü Serbest Ticaret Antlaşması “case study” olarak incelenmektedir. Haziran 2010’da 4 ülkenin dışişleri bakanları yüksek düzeyde işbirliği konseyi anlaşması imzalarken 4 ülke arasında serbest ticaret ve serbest vize anlayışına dayanan çalışma da başlatıldı. Sektörel bazda Türkiye’nin ticaret, Suriye’nin enerji, Ürdün’ün ulaştırma ve Lübnan’ın turizm koordinasyonunu sağlaması hedeflenirken bu işbirliğinin bölgenin geleceği ve kaderi açısından büyük önem arz etmesi beklenmektedir. Ortak vize anlaşmasıyla turistlerin masraflarının azaltılması ve ülkelerin birbirinden daha çok turist çekmesi de hedeflenmektedir. “Arap Baharı” döneminde beklenmedik olayların yaşanması bu planın rafa kalkmasına neden olsa da tezimizde bu projenin vizyonu çerçevesinde bölgeye olası katkıları tartışılmaktadır.